1. -sinema salonları-

    her insanın mutlaka hayatında bir defa uğradığı yerlerdir sinema salonları. arkadaşla, sevgili ile, tek başına.. bazen hatırlanmaz izlenilen ilk film. adı, konusu, zamanı.. silik bir hatıradan ibarettir.

    ilk gençlik yıllarının kötü anılarını içeren odalardır bazen. duyguların, karanlıkta ışıdığı yerlerdir. sırf karanlık olduğu için gidenleri bir kenara bırakırsak, öğretici yerlerdir sinema salonları. yalnızdırlar da. bir film süresince yaşayan yalnız odalar. farklı insanları taşır bünyesinde, farklı yüzleri, farklı hikayeleri. günahkarı da gider sinemaya. imanlı(?)sı da gider..

    kültürümüzde büyük bir yere sahip olmamasıyla beraber, hak ettiği değer de verilmiyor üstelik. genç nüfusun kendi içinde verdiği eğitim savaşı mı buna izin vermiyor, beğeniler mi evrim geçirdi bilinmez ama, sinema salonlarına bir şeyler öğrenmek, sanatsal hazzı yakalamak için giden insan sayısı çok ama çok az.. almasını bilenler için okul mahiyetinde yerlerdir. hatıralar için biçilmiş kaftandır. sesler, görüntüler, ambiyans, duygular..

    peki sinema salonları neden boş? neden hak ettiği yerde değil?

    bu sorunun cevabı aslında yine insanlarda. sokakta, evde, cüzdanda..

    sinema salonlarına gitmeyen insanların bir sebebi (yer yer bahane) sinema salonlarındaki bozulan hava. hak verilebilir bir tutum aslında. ayaklarını koltukların üstüne atan gençler görüyoruz zira. karanlıktan faydalanan 15-16 yaşlarında hormonlar.. bu da saygısızlığın evrimi. değişen teknoloji, değer yargıları, arkasında yeni nesilleri de sürüklüyor.. haftalardır beklediğiniz bir filmi en sevdiğiniz yerden izleme imkanına sahip olduktan sonra, arkanızda gülüşen insanlar yüzünden filmi izleyemediğinizi düşünün..

    yine bazı filmlerin bazı şehirlerde gösterilmemesi de, umut kırıcı bir durum. kendi şehrinde istediği filmi sinema salonunda bile izleme imkanı bulamayan bir insanın salona gitmemesi hak verilebilir bir tutum.

    kısa vadede, dolması istenilen sinema salonları, doldurulması gereken zihinle mümkün. bütün sosyalliği televizyon izleyip, bilgisayar oyunu oynayan bir neslin, sinema aşkı ile yanıp tutuşması pek mümkün değil. bu da kapitalizmin görmek istediği bir portre aslında. ve maalesef ki robotlaştırılan bünyeler kadar kar ettiren bir şey yok..
  2. -bir şeyler yazıyorum-

    bir şeyler yazıyorum. neler olduğunu, fikirlerinin nasıl çıktığını bilmiyorum. benden bağımsız bir şekilde yaşayan kelimelerle buluşuyor parmaklarım. bana ait olmayan şeyler. orada bir yerde bekleyen, sessiz varlıklar.

    bir şeyler yazıyorum. kendimin bile kavrayamadığı. kendimden öteye gidiyorum. kelimeler benim solucan deliğim. olmak istediğim yerlere götürüyorlar beni. kısa yolum, kestirmem. tehlikeli arkadaşım.

    bir şeyler yazıyorum. buruk gururumun yara bandı olan kelimeler. onlar olmasaydı. ne yapardım ben?..
  3. -kendi ritmini bulmak-

    çıkılmış her yolculuk, aslında en büyük yolculuğun parçacıklarıdır. hayat içerisinde yaptıklarımız, yapmadıklarımız, kaçırdıklarımız, çıkıp gitmelerimiz, gelmeyenler.. aslında her fırsatta bizlere bir şeyler gösterir. girdiğimiz her savaş, yepyeni bir konu başlığı. kirli ve kırık hatıralar’ ın içeriği. acı çekmelerimiz şeytanın siparişi. bir yandan yaşarken bir yandan ölümümüz.. nedir bu yaptıklarımız, ölmek üzere olduğumuz? nedir bu adlandırmalarımız, yargılarımız? nedir sınır? iyilik ile şeytanca işlerin ortasındaki çizgi nerede? bizde mi?

    bir şeyleri yaparken, aynı zamanda diğer şeyleri yapmıyor olduğumuz gerçeği, bizlere seçimler yapma fırsatını verir. o ‘’yaptıklarımız’’ aslında ‘’yapmadıklarımız’’ ın tercihi. bir şeyleri yapmamayı seçiyoruz diyelim buna. yapmıyor ve yapmayacak olduklarımız. bizi biz yapan şeyler. ’’yapmadıklarımız’’. bizi biz yapan. seni sen, beni ben yapan. kendi hayat yolculuğumuzda kesiştiğimiz ‘’diğer’’ hayatlar, aslında ne kadar ‘’diğer’’ ise, ‘’yaptıklarımız’’ da o kadar ‘’yapmadıklarımızın’’ tercihi.

    kavramamız gereken bir şey var. hiçbir şeyin, birbirinden bağımsız gerçekleşmediği gerçeği. gerçekleşemeyeceği. mikro’ dan makro’ ya, atom’ dan, evrene kadar her şey, bir ‘’şey’’in parçasıdır.. büyük bir ‘’şey’’in.

    ‘’ zerreden hücreye bütün varlık, söyleşir başka dillerden nefessiz’’ der, bir aydınımız.. yapmıyor olduklarımız profilimizi oluştururken, yapıyor olduklarımız ne yapar? ne icra eder?

    –hayat yolculuğumuzda, ritmimizi değiştirir. yeni yönler getirir önümüze. savruluruz bazen. kırılırız, üzülürüz. üzeriz de üstelik. hayat yolculuğunda kendi ritmimizi bulmaya çalışırken hatalar yapar, düşer, kalkar ve tekrar düşeriz.. bir zaman, yer ile sevişiriz. düşmek artık sıradanlaşır, sıkıcılaşır. bir zaman sonra yerde iken öğrendiğimiz şeyleri ayaktayken öğrenemediğimizi fark ederiz. hatalarımızın öğrenmenin en zorlu ve en güzel şeyler olduğunu kavratır bize hayat. kafamıza vura vura kanıksatır. başka yerlerde ‘’bir şeyler’’ arar dururuz. yapıyor olduklarımızla uçuruma doğru her şeyden bihaber bir şekilde emin adımlarla gideriz..

    ‘’huzur’’ ararız daima. uzaklara gideriz bulmak için, kaşlarımızın üstündeki birkaç santimlik kafesin içinde olmayan mutluluğu. mutluluk.. başka yerlerdedir hep mutluluk, başka kollarda. ‘’bir gün’’ dedir. ‘’ilerde’’ dir.. yaptıklarımız ile o mutluluğu hep erteleriz, ileride bir tarihe atarız. sonra da bundan şikayet ederiz. ‘’kader’’ deriz, ‘’alın yazısı’’ deriz, ‘’şanssızlık’’ deriz..

    yapmamamız gereken ne varsa yapmalıyız. yapmaktan geri çekildiğiniz , korktuğunuz şey ne ise, yapın onu. üstüne gidin! asıl yapmamız gereken şeyler, ‘’yapmamamız gereken’’ şeylerin içindedir. bulup çıkartmalı insan. çekip çıkartmalı kaderini, acının pençesinden. kendi ritmini bulmalı!
  4. -delilik ve bilgelik arasındaki ince çizgi-

    delilik denince akla, karışıklık, hengame ve kaos gelir. en başta da çaresiz bir hastalık.. sözlük anlamına bakınca, ‘’kişinin anlıksal dengesinin sürekli bakım altında tutulmayı gerektirecek biçimde bozulması durumu’’ olarak tanımlanır delilik. tıbbi bir tanımdan öte kültürel ve sosyal bir terim. birden bire ortaya çıkabileceği gibi, zaman yayılmış bir şekilde de gösterebilir kendisini. amiyane tabirle ‘sinsi hastalık’ tır. fakat bazen öyle deliler, delilikler görür, işitir, okuruz ki, üç lokmalık aklımızla bizler bile hayranlıkla seyrederiz oluşumu. hayat bir şekilde yolunu buluyor, zaman akıp gidiyor da, deliler ve bilgeler’ in söyledikleri zor unutuluyor.. tarih kitaplarına kazıtıyor kendini adeta.. müteveffa piyanist oscar levant’ ın şu sözlerini hatırlayalım : ‘’deha ile delilik arasında incecik bir çizgi vardır. ben bu çizgiyi sildim’’ ya da, ressam ve şair william blake’ in şu sözleri mesela: ‘’eğer deli, delilikte direnseydi bilge olurdu.’’

    sonra, şu soruları soralım kendimize:

    deli olarak okumaya başladığınız bir kitaptan, akıllı/bilge biri olarak kalkabilir misiniz? ya da tam tersi? aklı başında biri iken, deliliğe dokunabilir miyiz? sınır nerede? çizgi nedir? ikisinin arasındaki ilişki hangi düzeyde?

    tarihteki birçok yazar, şair ve bilim adamlarına baktığımızda, birçoğu hayatlarının bir kısmında zor ve tehlikeli dönemler geçirmiş. yakılanlar, sürgüne gönderilenler, okuduğu okuldan ‘’aptal’’ diye atılanlar.. şu an, herhangi bir okulun herhangi bir sınıfındaki ders kitabında ismi geçen önemli bir isim mesela..

    yeni nesiller bir deliyi mi, üst düzey bilince sahip bilge birini mi örnek alıyor kendine? ya da şöyle diyelim: delilik kötü bir şey midir? bilgelik ve delilik aynı şey olabilir mi?

    delilik ve bilgelik sözlüklere yazılmamış bir şekilde kardeştir. kayıtlara geçmemiş bir şekilde arkadaştır. şunu çok rahat bir şekilde söyleyebiliriz ki, deli bir kimse ile bilge bir kimse arasında çok az fark vardır. yok düzeyinde az. çok zeki birinin sözlerini ilk ağızdan duysak bile anlayamayız. söylediği sözler altın mahiyetindedir belki. belki de ‘’deli saçması’’ dır. aynı şekilde bir deli düşünelim. pek umursanmaz söyledikleri. fakat iyice kulak verince duyarız ki, uzaktan da yakından da bir deli, bir bilgeye benzer şeyler söyler. genel’ i işaret eder. ‘’deli ol’’ diyen dali, kötü bir şey söylemiş olamaz. toplumun ‘’önde gelen’’ isimleri, aktivistlerinden biri ‘’deli ol’’ derken ne demiş olabilir? neyi kastetmiş olabilir? ‘’ normallik denilen şey adı konulmamış bir deliliktir.’’ diyen pascal mesela..

    iki tür insan vardır. akıllı ve akılsız. bilge ve deli. ortası yoktur. boşluktur ortası. bu ikisi de aslında aynı şeydir. bilge kimse deliliğe değmiştir.. deli kimse bilgeliğe dokunmuştur. çok bilgece davranan, düşünen bir insan, kenarından köşesinden deliliğe varan şeyler yaşıyordur kafasında. ‘’normal’’ diye tabir edilen insanların anlamadığı şeyler için ‘’saçma’’ olarak adlandırdığı şeyler ‘’mantıklı’’ dahi olsa, insanlar o şeye, o kimseye ‘’deli’’ der. o kimselerin dediklerinin hiçbir öneme sahip olmadığını söylemesek te, üst düzey bir bilince erişmiş kimselerin pek umursamayacağını söyleyebiliriz..

    peki nerede sınır? karanlık taraf olarak adlandırılan delilik, aslında aydınlık taraf mı?

    sınır dozunda. ayarında. “hepimiz deli doğarız. bazılarımız deli kalırız.” der beckett. deli kalsak dahi, usturuplu eylemlerimizde. ne deli olmak o kadar kötü, ne bilge olmak o kadar iyi..

    peki siz? deli misiniz yoksa bilge mi?

    cevap her ne olursa olsun, deliliğinizi sahiplenin, kabullenin. kendinizi özgür bırakın. sonrasında istemeseniz de bilgeliğe erişeceksiniz.
  5. -milenyum’un yalnızlığı-

    ne demişti nazım; en fazla bir yıl sürer yirminci asırlılarda ölüm acısı… ve bizde.. biz de öylesine yalnız bir dönemin içinde, öylesine umutsuz bir vak’a haline dönmüşüz ki, herhalde yirminci asırlar bile dönüp şaşırarak bakardı yalnızlığımıza.. umut yok.. ekmek yok.. sevgi yok.. varsa yoksa, ‘para’ varsa yoksa ‘ilgi’ varsa yoksa ‘sömürü’

    pervasız taleplerimiz aştı kıtaları, geçti insanlık duvarından.. kirlettik dünyayı kirli botlarımızla, bitmek bilmeyen iştahımızla sömürdük öylece. ellerimizin arasından kaydı gitti güzelim ormanlar.. durduramadık katliamları, kıyımları.. bu utanç yeter de artar bize yüzlerce yıl..

    milenyumun yalnızlığı derin, milenyumun yalnızlığı soğuk.. çaresiz ve nefessiz.. milenyumun insanının sahip olduğu tek şey. tek şey 365 gün. 52 boktan hafta. üşüyerek uyanır güne milenyumun insanı.. yediği darbelere aldırmadan uyanır güne.. istemese de ne kadar uyanmayı, uyanıverir işte.. istemsizce yapar bunu. önce gözleri açılır. sonra yorganı atar üstünden.. dişlerini fırçalar. işe gider ayakları, saatler sonra geri gelir.. tekrarlar bunu 365 berbat gün boyunca.. budur milenyum insanı..

    gerçekten.. nedir milenyum’un bu çaresizliği? nedir bu yitkinlik? nedir bu yediğimiz darbedeler? can kırıklarımız? rast gitmeyen işlerimiz.. bacakları kırılmış umutlarımız? bu mudur milenyumun tüm varlığı?..

    ‘’bu ülkede bir eser verdiğin zaman, peşinen bir de özür dilemen gerekir’’ demişti mesela murat menteş bir keresinde..

    insan kabullenemiyor.. bu kadar basit ve aynı zamanda bu kadar derin, zor bir yaşamı.. olmuyor işte. olamıyor. ne oluyor da olmuyor? bazen sadece olmuyor işte.. üstüne konuşulsa da, konuşulmasa da.. olmuyor.

    milenyumun yalnızlığı büyük, milenyumun yalnızlığı dipsiz.. alçak ellerde milenyum. kirli ellerde. kurtarılması gereken bir şey adeta milenyum.. çekip çıkartılması gereken, kirli ellerden.. öyle bir çekmek ki, bir daha teslim etmemek.. gururla taşımak onu..

    milenyum insanının yalnızlığı daim değil ancak! yeni bir milenyum da gerekmiyor bunun için. yalnız uyanılan her gün bir kere daha uyanılabildiği için minnet duyulmalı. küçük şeylerden keyif almalı. ‘basit yaşayacaksın basit’ der nazım.. mutlak mutluluğun sırrı bu değildir belki, ancak mutlak huzura giden yolda bir mihenk taşıdır bu..
  6. -fotoğraflarda kalmış gülümsemeler-

    geçen gün -nereden estiyse- albümlere bakayım dedim.. yaşım 22. herhalde bir olgunlaşma sürecinde gelen olağan isteklerdi bunlar.. açtım annemin özenle sakladığı dolabın kapağını.. aldım içinden albümleri.. 5 taneydiler.. 5 koca albüm.. neler olmuştu böyle? neler yaşamıştık. ben.. neler yaşamıştım? ‘albümlerde olmayanlar bir bu kadar da eder’ diye düşündüm.. birincisinden başladım.. numaralı değildi albümler, ancak bir tanesinin kapağını kaldırmamla o birinci oldu benim için..

    ilk fotoğraf sünnetimdendi. yatakta uzanmış kahkaha atıyordum.. ‘ne düşünüyormuşum acaba 5 yaşında’ diye düşündüm bir an. kim bilir.. belki amcamın yaptığı espirilerden birine gülüyordum yine.. toprağı bol olsun, sürekli espiriler yapar güldürürdü herkesi.. son günlerinde ne kadar çabalasa da buruk gülerdik espirilerine ancak hayat doluydu. içinde dünyalar olan hayat dolu bir insan..

    altındaki fotoğrafa gözüm gitti hemen, düğünüydü dayımın. ben hatırlamıyorum. herkesin ağzı kulaklarında. munzur bakışlarıyla şu an 24 yaşındaki konuşmadığım kuzenim o an orada dil çıkartmış kameraya.. bense annemin yanındayım.. ağlamaklı bakıyorum kameraya.. neydi derdim, oyuncağım mı kırılmıştı, istediğim şekerden mi alınmamıştı.. keşke tek derdim onlar olarak kalsaydı diyorum şimdiye bakarak..

    bir defa daha amcama denk geliyorum.. şehirlere sığmayan amcama.. çok uzundu boyu. 196 falan vardı rahat bir şekilde.. son yıllarını da gülümseyerek geçirmişti.. dudaklarında sigarası, kafasında cin fikirleri olan bir anadolu delikanlısıydı amcam… ne kadar özlediğimi bir daha fark ettim fotoğrafa bakınca.. gözüme yaşlar doldu, utandım. ağlayamadım. sayfayı değiştirdim bende..

    dedemdi fotoğraftaki.. beyaz elbisesi, bembeyaz sakalları, kar tanesi saçları.. her şeyi beyazdı sanki o adamın.. gerçekten ak sakallı dede dedikleri buydu.. hatırlarım; kuzenimle kavga ederken bana bağırışı hala kulaklarımdadır.. ‘’kızıma karışmaa’’ derdi.. güleçti.. mekanı cennet olsun..

    genel olarak o eski fotoğraflarda bir buruk sevinç vardı. hala dinlenen ancak çok az kişinin istekle açıp dinlediği eski rock parçaları gibiydiler.. sanki yıllar sonra o an çekilen garip şeylere birileri tarafından bakılacağını biliyormuş gibiydi kişiler.. insan bunu pek düşünmez, akıl etmez ancak.. öyle gibi sanki. belki ben yine kendi kendime kurup oynuyorum.. her defasında garip bir tecrübe oluyor benim için, albümlere bakmak.. her defasında aynı buruk heyecanı, aynı hüznü ve sevinci bir arada görmek.. kim bilir.. belki bizim de fotoğraflarımıza bakar birileri bir yerlerde.. aynı şeyleri hisseder belki. aynı garip mutluluğu paylaşır gülüşlerimize bakınca.. ne hissederlerse hissetsinler.. onlar da mutlu ise, ne mutlu..
  7. -hobi olarak yine yaparsın-

    yazıldığı gibi okunmaz. hobi olarak bile yapılmaz. lafta kalır. silik bir hatıra olur o “hobi olarak yine yap” dedikleri..

    yıllar sonra korktuğu için pişman olur insan.. keşke pişman olmaktan korksaydı.. ah insan.. ah keşke şimdiki aklı o zaman olsaydı şahsın..

    kendi şahsiyeti başkalarının gölgelerinde sürünür hep. başkalarının ayak izlerine basarak yürür de durur.. kendi yalnızlığıyla bile baş başa kalamaz.. susturamaz insanların sesini.. kısamaz bile. çırpınır durur bu kısır döngünün göbeğinde insan..

    kendi gerçekliğini, benliğini hep yanlış yerlerde arar.. hedefi doğru dahi olsa, yürüdüğü yol yanlış yöne çıkar.. başkalarının kirli ağızlarındaki kahkahaların peşinden çürütür ömrü hayatını..
    bir fahişenin ağzında bir sönük sigaradır insan hayatı.. değersiz, dertli ve sıkışık.. evet sıkışık. bu kelime çok önemli..

    hobi olarak yine yaptığımız bir şey gösterin bana.. kenara ittiğiniz.. halının altına süpürdüğünüz..
    evet.. hobi olarak yine becerin hayatlarınızı. başkalarının düşlerinde yine yaşayın yaşamayın demiyoruz..

    ancak kendi hayatınızı çekip çıkartın başkalarının ellerinden! kazanın onu!
  8. -yalnızlık-

    büyük nimettir yalnızlık. kimse istemez, üvey evlat muamelesi görür de durur yalnızlık.. değeri bilinmez… oysa öylesine hoş ve naif bir hocadır ki yalnızlık.. değeri sonraları bile anlaşılmaz.. şüphesiz ki yalnızlığın kötü tarafları da vardır.. bir ben de mi yoktur bu taraflar.. bilemem. zira kimseyi yalnızlığını konuşacak kadar tanımadım son yıllarda. insanlar uzaktan daha iyi geliyor.. daha değerli. ‘’hayat uzak çekimde komedi yakın planda trajedidir’’ chaplin.. ne doğru der.. fazlasıyla chaplin.

    yalnızlık paylaşılmaz dedikleri gibi.. yalnızlık çok güçlü bir arkadaştır insana. sigara gibi. fakat bakın siz şu kalbin işine.. sizi bir türlü rahat bırakmaz ki.. yalnızlığınız sizi çelişkiler içinde bırakmaz.. net, soğuk ve tek’tir yalnızlık.. oysa sevgi çok güçlü bir çelişkidir.. sizi üzmediği bir zamanı yoktur sevginin.. ikili ilişkilerde bu hep tersine işler.. ‘’yalnızlık kötüdür! sevgi paylaştıkça çoğalır!’’ denir.. yalnızlıktan intihar edenlerin sayısı sevgilisi, karısı, eşi aldattığı için, üzdüğü, kırdığı, terk ettiği için ölenlerin sayısından kat be kat daha azdır.. öyle çoktur ki tabut yetişmez.

    yalnızlık daimidir insanda. reddetse de insan bunu, bu ezelden beri böyledir ve böyle olacaktır.. kalabalıklarda yalnızdır insan.. kitleler arasında içindedir yalnızlığının. onu sevmelidir. sevmesini öğrenmelidir öncelikle. onun iyi taraflarını bellemelidir kişi.. yalnızlığından beslenmelidir adeta. onunla bütünleşmeli, karanlık taraf olarak bilinen tarafın aslında daha aydın taraf olduğunu fark etmelidir. işte o zaman. o zaman insan yalnızlığın ne demek olduğunu bilir..

    bilmelidir insan bunu. evet kesinlikle bilmelidir. zira tüm hayatı boyunca onu terk etmeyecek olan tek şeyi tanımalıdır. huyunu suyunu kestirmelidir. sevmeli, nefret etmelidir. onunla yaşamalıdır en derin duygularını.. rakı sofrasında onunla başlamalıdır sözleri.. sönük sigaraları onunla canlanmalı, onunla tekrar sönmelidir..

    yalnızlığından beslenmeli. onu beslemeli..
  9. -umut denen bit yeniği-

    çok güçlüdür.. umut denilen yenik.. ağır bir sedatif antidepresan gibi.. ne olduğuna dair en ufak bir fikrim yok bu kavramın. iyi midir, kötü müdür?.. nedir umut?

    sözlüğüm, ’ummaktan doğan duygu’ diyor. daha yeni aldım 40 tl,‘ye 2700 küsür sayfalık bir leş.. sözlük manası kadar masum bir kavram değil bu umut. denir ya hep ‘’şişe durduğu gibi durmaz..’’ aynen o model. kolay değildir umut etmek.. beklemek birilerini, gitmesini, gelmesini, kalmasını.. tanımdan ibaret değil hem. zor.. çok zordur umut.. öyle de büyük bir çelişkidir hem. dövdüğü çocuğuna şeker alan anne gibi.

    umut etmek mi özgürleştirir insanı, umudu kesmek mi?.. çok soru soruyorum.. sanki cevapları biliyor muşum gibi.. bir bok bildiğim yok aslında. ‘’derdimi anlatacak kadar’’ bile değil bildiğim, giz’im.
    çürütür insanı, içten içe, derinden derine sömürür umut.. siz iyi şeyler bekledikçe kucağınıza bırakır.

    pimi çekilmiş bombaları hayat. siz iyiyi umdukça kötüsü çıkar.. tecrübeyle de sabittir; beklenmediği zaman gelir, iyi şeyler.. nasıl bir çelişkidir? ne kadar da güzel hem.. murphy denilen ibne uydurmuş bunları.. kaynağı da kıçının sol lobuymuş.. peh! umut kadar kötü ve aynı zamanda güzel bir şey yoktur hakikaten.. hem yara, hem yara bandıdır. yıllarca bekletir insanı. bazen bir hiç uğruna, bazen bir o kadar da bekletebilecek güzel bir şey için..

    umut güzeldir dostlar. her şeye rağmen, yaşatır.. erkan can’ın da dediği gibi ‘’bizi umut yaşatıyor’’ umutla sarılın yarınlarınıza, bugününüze.. her gün, yeni bir lütuf olsun size..
  10. -yitik satır başları-

    akşamları özellikle geceleri.. gelir bir garip giz.. oturur masaya.. oturur da çöker adeta.. ne çöküş heyhat! teri soğumadan konuşur.. ‘’kalk’’ der.. ‘’aynaya bak!’’ bakamaz aynaya.. nefes almaya dahi mecali yoktur.. kırgındır. ‘’benim aşkım uymaz öyle her saza’’ der.. ‘’zaman der’’ sonra garip, ‘’zaman eskitti bizleri.’’ gözümün feri mezara teşne..

    ah.. inan bana.. kabul edemiyorum bunu. bu soğukluğu, bu sessizliği.. yıllar oldu.. yıllar oldu ve hala bu kanlı ellerimden gitmedi sesler.. kulaklarımda hala kahkahalar.. evet.. eskidik.. kalktı masadan eski dostlar.. evet, ve yine eskidik biz..

    fotoğraflarda asılı kalangülümsemeler.. ince bir sızısı kalan, kesik gülüşlerin.. günahlarımız.. sevaplarımızı yutacak günahlarımız.. ama ah.. o gülüş.. o gülüş hala taze.. hala minnacık yüzündeki bir çiçek…

    akşamları özellikle.. geceleri.. gelir bir garip. oturmaz hemen. bakar yüzüme baştan aşağı süzer beni.. tutmaya çalışır elimi. hayır, henüz değil.. gitmek daha zormuş.. bir sefer dahi bir yere gitmek, bir yerden gitmek.. hayır.. henüz değil.. ellerin.. ne kadar da güzel.. oysa ben, sana gelemeyecek kadar sevmiştim seni.. oysa.. ellerin ve parmakların.. ne güzellerdi öyle..

    açma perdeleri! görmesin seni kimse. zaman çabuk çabuk geçiyor işte.. saatler 12’yi vurdu mu kirli çakallar uluyor göğe doğru inceden inceye.. ah.. geceleri.. geceleri daha acıyor şuram. neden özellikle geceleri diye düşünürdüm bir vakit.. acıyor içim geceleri… acıyor. şuram.

    esrarlı bir sigaradan derin nefesler çeker hikayemiz.. başlamadan biten.. ne çabuk sevdim seni. kırgınsın bana. bilirim. utanırım gelemem. görürüm seni, gidemem… bir gün gözlerime dokundu gözlerin. gözlerin oldu gözlerim. göz..

    akşamları özellikle.. geceleri.. gelir bir garip bir sızı.. oturur şurama.. masama.. odama… gitmez.. ağlatmadan gitmez..